28 Mayıs 2025

Bir müzikal yoluyla Yunan kültürüne uzatılan köprü

'Stelios', değişik bir müzikal belgesel: Hem o bitmeyen Akdeniz manzaraları hem de o birbirinden güzel şarkılar. Ve de bizi belki yeniden komşu ülke ile yaklaştırabilecek olan…

STELIOS-BEKLEDİM DE GELMEDİN

X  X  X

Yönetmen: Yorgos Tsemberopoulos
Senaryo: Katerine Bei
Görüntü: Giannis Drakoularakos
Müzik: Minos Matsas
Oyuncular: Christos Mastoras, Klelia Renesi, Asimenia Vouloti, Agoritsa Oikonomou, Dimitris Kapouranis, Anna Sylenidou, Giorgos Gallos

Yunan-Fransız yapımı, 2024

Yunanca bildiğim dillerin arasında yer almaz. Ezbere söylediğim tek cümle şudur: “Ego poli kurasmenos-Ben çok yorgunum!” Ama bunlar bu komşu ülkeyi müziği, tarihi, mutfağı, ünlüleri ile takdir etmeme engel olmamıştır. Müzisyen Teodarakis’den oyuncu Melina Mercouri’ye kadar…

Bu film de günümüzün efsanevi şarkıcısı Stelios Kazantzidis’in (ki o bizim dilde kısaca Kazancakis olmuştur) serüvenini anlatıyor. Hemen söyleyeyim, bir tür belgesel bu… Kaçınılmaz Akdeniz fonu üzerinde o güzelim müziğin en çekici örneklerini dinliyoruz. Sanki hemen o günlerde gösterilen sevgili Zülfü Livaneli biyografisini sunan belgesel gibi… Ve filmden müziğe doymuş bir ruhla çıkıyoruz.

Herkesin elbette Rumca konuştuğu film 1945 yılında açılıyor. Aslı göçmen bir aile… Anne-babası ve daha büyük iki kardeşiyle yaşayan mutlu bir çocuk. İşte size Kazancakis ailesi. Nineleri ‘amasis’ der; tas kebab, çorba, patates vb. yemek adlarını dillerinden düşürmez. Eski usul gramofonlar evlerin köşesini doldurmuştur. Selanik veya Atina’ya adanmış şarkıların plaklarda çalındığı… Kalispera, tikanis-kalayisi, kitaksi, endaksi gibi tipik Yunan deyimler havada uçuşur!... Teodarakis ise tapılan bir isimdir, bir müzik ilahı…

Ama günlük yaşamları bizden farklar içerir. Meyhanelerde erkek-kadın birlikte içer, sarhoş olur, şarkılar söylerler. Bu beraberlik onları bizim kültürümüzden ayırıp Avrupa’ya yaklaştıran bir özelliktir. Şarkılar beğenilirse, ‘endaksi’ denir ve şarkıcılara para atılır. Bu eski deyimiyle bir ananedir. Ama kimi zaman bize de uzanılır. Ünlü bir halk şarkımızı Türkçe söylerler: Hoppanina Şinanay/ Şinanay Yavrum Şinanay… Ya da başlıktaki şarkı: Bekledim De Gelmedin… Ki devamı ‘hiç mi beni sevmedin’dir… Bu arada kör bir şarkıcı daha da pitoresk bir hava yaratır.

Dönemin uluslararası en büyük müzik firması anlaşılan Columbia Records’tur. Her yerde onun adı gözükür. Genç şarkıcı kendisine yeni bir sevgili bulur. Tam o sıralarda mali bir bunalım müzikçileri de etkiler. Ve yakışıklı Stelios Kazancakis 2001 yılında aramızdan ayrılır. Bir kaynağa göre onu Mikis Teodarakis’ten Frank Sinatra’ya kadar çok sanatçı sevmiş, bağrına basmıştır. Ve pop müzik tarihi bir efsane kazanmıştır.

İşte böylesine bir film… Değişik bir müzikal belgesel: Hem o bitmeyen Akdeniz manzaraları hem de o birbirinden güzel şarkılar. Ve de bizi belki yeniden komşu ülke ile yaklaştırabilecek olan… Bence görmeye ve dinlemeye değer.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Şiddeti ve dehşeti en anlamsız biçimde kullanan film

28 Yıl Sonra, bence son dönemde şiddetin en anlamsız, en aşırı biçimde kullanıldığı filmdir. Bir başka bakışla da tipik İngiliz mizahının bu kez bol şiddet ve korkuyla harmanlandığı… Beni üzen, hatta kahreden bir şey de çocukların filmde kullanılmasıdır

Western kültürüyle Japon samuraylığının özgün karışımı

Karşımıza gelen film sıradan bir gerilim değil. 'Kasırga', daha çok kötülüğün ve zulmün şaha kalktığı bir dönemin ve insanoğlunun canavarlaşmasının da öyküsü. Kendine özgü bir havası ve ritmi var. Ve belli bir gerçek-üstücü yapısı...

Tam bir siyahi kadınlar birleşmesi

Son Damla, hem bir kadın hem de tam bir kapalı mekân filmidir. Karşımızdaki film kusursuz değil ama öylesine özgün yanları var ki... Yazar-yönetmen Tyler Perry seyirciye ‘happy end’ mi yoksa ‘mutsuz son’ mu sunacak, hiç bilinmiyor. Artık hangisi çıkacak bahtınıza, görünce anlarsınız!

"
"